Home Stratejik Analiz Kimlik siyaseti ve Chp.
Kimlik siyaseti ve Chp.
Konsolide Denemeler Kasım 21, 2015 2
“Ben Dersimli Kemal’im”in Asıl Manası Ne?
Atatürkçüleri tasfiye edip kürtçülere, dincilere ve
liberallere üst yönetimde etkinlik vermek, CHP'ye seçim başarısı getirmedi. Son
iki seçimde yüzde yirmi beş civarında bir orana tutunmuş gibi görünse de ,
Erdoğan ve AKP karşıtlığının oluşturduğu CHP'nin tepesindeki koalisyon,
gerçekte çok kolay dağılma potansiyeli gösteriyor. Çünkü 7 Haziran seçimlerinde
karşı tarafın gösterdiği zafiyetle yeşeren umutlar, 1 Kasım sonuçlarıyla
hüsrana uğradı. Artık oy bazında fazla
bir etkiye de sahip olmadıkları ortaya çıkan koalisyon unsurları ya Kılıçdaroğlu’na kenetlenerek
başarısızlıklarını örtmeye çalışacak ya da istemeye istemeye de
olsa kendi öz mecralarına kaymaya başlayacak. Ancak
eninde sonunda dağılmayı zorunlu kılacak neden, CHP'li tabanın yönetim
darbesiyle partiyi ele geçiren dışsal unsurlara karşı tepkisi. Bu tepki, seçim
sonrasında kendini öncelikle partide başkanlık konumunun tartışılması ile
gösterdi. Partideki tepkinin ruhunu " madem oylarımızı artırmıyor, partinin özünden uzaklaşmanın ne anlamı var?"
şeklinde ifade etmek mümkün.
Tabanın ve derin CHP'nin oy kabızlığından kurtulma
sevdasıyla katlanmak zorunda kaldığı dönüşüm,
ülkedeki siyasi hayatın banisi olan
partide olağanüstü bir tahribat yaratmış durumda. Öylesine ki , artık CHP, uzunca bir süre, içeride çatlak ses olmadan
yürüttüğü müzmin hükümet muhalifi konumundan, parti içi kavgaların hakim olacağı yeni bir devrin içine sürükleniyor.
Bu öngörünün sebebi , eski başkan Baykal dönemindeki çalışkanlığı, CHP
tabanının siyaset aşkının en büyük nişanesi “dürüstlük timsali” kişiliği gibi
artılarının yanı sıra , Baykal’ın
baskılamasıyla yaşanılan aday kıtlığı sayesinde, kitleleri etkileyecek önderlik meziyetlerine yeteri ölçüde malik olmadan partinin başına geçen Kılıçdaroğlu’nun ve
kadrosunun beş yılda aldığı altıncı seçim yenilgisine rağmen koltuğu bırakma
yönünde bir emare göstermemesi ve delege oyunlarının başlatılmış olması.. Kuşkusuz bu durum, devletin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’ün, cumhurbaşkanlığı sıfatının yanı sıra vefatına kadar onbeş yıl süreyle
yürüttüğü ve bu
nedenle bir bakıma kutsallık payesi verilen bu makamın haysiyetini yıpratmıyor değil. Kılıçdaroğlu’nun öncesinde
de parti seçim başarısızlıkları yaşadı ancak başkanlık makamı ve partinin yönetim kadroları hiç bu kadar seçim
yenilgilerine eşlik eden bir prestij eksikliğine uğramadı. Kılıçdaroğlu ve arkadaşları,
gelecek için hiçbir ikbal belirtisi
sunmadıklarını kendileri de bilmelerine rağmen,
koltuklarını terk etmemeye çalışarak
partiyi gerçekten seven ve onu Cumhuriyet’in direği olarak gören
vatandaşları tümüyle umutsuzluğa sürüklüyor.
HEDEF’E TAŞIYACAK POLİTİKA YANLIŞLIĞI.
Parti içi muhalefet
delege oyunlarının önünü kesmek için bir an önce olağanüstü genel
kurul toplama peşinde. Olağanüstü ya da
olağan genel kurul başkanlık yarışı için
yapılacak. Peki ya partiyi iktidara taşıyacak politikalar? Muhalif başkan
adayları şimdilik hedef için Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığı dışında temelli bir
program açıklamış değiller. Öyle
gözüküyor ki , parti içi muhalefet genel
başkanlık seçimlerinde programları ile
değil de kadrolarına alacakları kişilerin
nitelikleri ile konuşacak. Zayıf ihtimalle, bu yaklaşım, onları yönetime taşısa dahi, partiyi iktidar alternatifi yapar
mı? Asıl tartışılması gereken konu bu.
Bu çerçevede fikir tartışmaları da başladı? CHP neden
iktidar alternatifi olamıyor? Kürt sorunuyla beraber ortadoğudaki
sorunların zirve yapması ile ülke tarihi
bir dönemece girmişken CHP’nin kronik
zafiyetini bu gelişmelerden ayrı tutarak ele almak mümkün olamaz. Bu konudaki ilk yazılardan biri ülkenin önde gelen
araştırmacı gazetecilerinden ve yazarlarından Soner Yalçın’ın Sözcü
Gazetesi’nde çıkan “Kimler CHP’de olamaz” başlıklı yazısı. Haklı olarak bir
yanda Kılıçdaroğlu eleştiriliyor, diğer yandan Hz. Muhammed’in, Fatih’in,
Mustafa Kemal’in kimlik siyaseti gütmediği , bu sayede başarılı oldukları, CHP’nin de gütmemesi ve Muhafazakarların,
Kürtlerin CHP’de yer alabilmelerinin sağlanması ( bu arada liberallerin dışlanması (!)) gerektiği savunuluyor. Ne var ki, Kılıçdaroğlu’nun ve kadrosunun yaptığı da zaten bu değil miydi? Kılıçdaroğlu
yönetiminde partinin en etkili
köşelerinde Kürt kökenli ve üstelik PKK’yı açık bir dille eleştirmekten kaçınan, AKP’nin çözüm sürecine destek
veren ve Öcalan’a sempatilerini
belirtmekten sakınmayan kişiler
bulunmadı mı? Tabanı genişletmek adına liberallere de kapılar açıkken başarı neden
gelmedi? Sonra, acaba bu tutum kimlik siyaseti gütmek mi, yoksa gütmemek mi?
CHP’nin İHTİYACI OLAN ŞEY DOĞRU KİMLİK SİYASETİNİN GÜDÜLMESİ.
Yalçın’ın önermesindeki temel
hata kaçınılmaz olarak
hemen ortaya çıkıyor, çünkü kimlik siyaseti olmadan politika mekanizmaları
işlemeyecektir. Muhafazakarlara ve Kürtlere kapıyı açarsanız nasıl oluyor da
bir kimlik siyaseti gütmemiş oluyorsunuz? (Kuşkusuz oy hakkı olan herkesin
reyine talip olunacaktır, ancak hayatta bunu realize etmek ancak çok olağanüstü
hallerde gerçekleşebilir.) Gerçekte
kimlik siyaseti yukarıda anılan büyük önderleri de aşacak şekilde toplumsal hayatın doğasında olan bir şey. Ve bu gerçeği göz ardı ederek toplum mühendisliği yapılırsa
sakat çocukların doğması mukadderat oluyor. CHP son seçimlerde kimlik
siyaseti yaptı, ama doğru bir kimlik
siyaseti yapmadı. Önemli olan, doğru, adaletli, gerçekçi bir kimlik siyasetinin
yapılmasıydı. Doğru kimlik siyaseti ise partiyi kuran tabana ve kuruluştaki
ruha sahip çıkmakla mümkün olabilir.
Toplumbilgisinin babası sayılan İbni Haldun, klanın, aşiretin, ilk oluşan topluluğun iç
bağları (asabiyeti) ne kadar sağlamsa o topluluğun onca gelişip güç sağlayacağını,
diğer topluluklara üstün olacağını ileri sürer. Bu bağ ileri aşamalarda
zayıflar, topluluk, bu topluluğa dayalı
devlet çöker. Arap asabiyeti vardır bir kere ve bu, İslamiyetin, Arap dili ve kültürünün egemen
olmasını sağlamıştır, Türk asabiyeti
güçlü orduyu, güçlü ordu fütühatı ortaya
çıkarmıştır. Fatih temelde Türk asabiyetine dayanır. Atatürk de, neticede ,
tekrar bu esas temele dönerek devleti yeniden kurmuştur. Temelde kimlik
siyaseti hep vardır, belirgin olarak gözükmese de.
Elbette bu çok derin
ve geniş bir mevzu. Güncele gelirsek, CHP kendini tehlikede hissetmeye başlamış olan Türk
varlığına, Türk kimlik siyasetine sahip çıkmaz ise bugünkü gücünü de kaybetmeyi göze almak zorunda
kalacaktır. Marxist, Leninist PKK, sonunda nereye geldi? Kürtçülüğe..
Bırakabilir mi? Yok olur!
Sosyal demokrat ve liberal bir görüş olarak kimlik siyasetinin terkedilmesi tezine en
yakın siyaset aslında son döneme kadar ekonomi ve sağlık konuları gibi sosyal
alanlarda yaratılan iyileşme algıları sayesinde Erdoğan tarafından izlendi. Bu
siyaset nedeniyle – ki en somut göstergesi “Türk” kelimesini ağzına almamasıydı-
eleştirilmeyi göze aldı. Geniş kitleler,-en önemlisi güçlü bir alternatif
merkez partisi yokluğu olan bazı nedenlerle- Erdoğan’a seçim desteği verse de bu
yönünü sindiremiyordu. Çünkü dünyada ve kendi coğrafyasında toplumsal ve siyasi gelişmelerin olağan dönemlerde de kimlik siyaseti etrafında
döndüğünü içten içe hissedip anlamaktaydı. Kürtçülüğün özel ivme kazandığı son dönemde kendi
benliğinin silikleştirilmesinden rahatsız kitle,
MHP’yi ekonomiye önem vermemesi, lider ve kadro yetersizliği nedenleriyle dışlarken, kürtçülük, Atatürk muhalifi bir muhafazakarlık ve liberallik gibi ırmağın akış istikameti tersinde öğelerle donatılmış yeni siyaseti nedeniyle CHP’ye de güven duymadı. Taşıdığı riskler nedeniyle içeriği ve amacı telaffuz edilemeyen ama “kürtlerin devletleşme süreci” istikametinde bir çalışmadan başka niteliği olamayacağı algılanan “barış süreci” olayı, seçmen çoğunluğu tarafından 7 Haziran seçimlerinde yorumlandı. Yaklaşan fırtınayı aslında 7 Haziran seçimlerinden önce hisseden ancak tedbirde geç kalan Erdoğan 1 Kasımda kürtçü cepheye şiddetli bir savaş açarak 1 Kasım seçimlerinden zaferle çıktı. Toplumun nabzını iyi takip ettiğini gösterdi. MHP’nin yetersizlik, CHP’nin şaşkınlık illetiyle muzdarip katıldığı seçimlerde “kürtçülüğün bastırılması” olarak tanımlanabilecek taktik hamle ile rüzgarı arkasına aldı, ideolojik dönüşüme zaman kalmadığından askeri harekat ile hemen öne zıplamayı bildi.
MHP’yi ekonomiye önem vermemesi, lider ve kadro yetersizliği nedenleriyle dışlarken, kürtçülük, Atatürk muhalifi bir muhafazakarlık ve liberallik gibi ırmağın akış istikameti tersinde öğelerle donatılmış yeni siyaseti nedeniyle CHP’ye de güven duymadı. Taşıdığı riskler nedeniyle içeriği ve amacı telaffuz edilemeyen ama “kürtlerin devletleşme süreci” istikametinde bir çalışmadan başka niteliği olamayacağı algılanan “barış süreci” olayı, seçmen çoğunluğu tarafından 7 Haziran seçimlerinde yorumlandı. Yaklaşan fırtınayı aslında 7 Haziran seçimlerinden önce hisseden ancak tedbirde geç kalan Erdoğan 1 Kasımda kürtçü cepheye şiddetli bir savaş açarak 1 Kasım seçimlerinden zaferle çıktı. Toplumun nabzını iyi takip ettiğini gösterdi. MHP’nin yetersizlik, CHP’nin şaşkınlık illetiyle muzdarip katıldığı seçimlerde “kürtçülüğün bastırılması” olarak tanımlanabilecek taktik hamle ile rüzgarı arkasına aldı, ideolojik dönüşüme zaman kalmadığından askeri harekat ile hemen öne zıplamayı bildi.
Geçen 12 yıllık dönemde PKK’nın alan genişletmesinden
sorumlu AKP’deki bu dönüşüm nasıl anlaşılmalı? Doruklarda bir Makyavelizm! “Dörtnala
Kapitalizm’in en hareketli yağma ülkesinde sistemin başarılı aleti AKP ekibi,
seçim kazanma ve iktidarda kalma ustası. Hayati meselelerde refleks gösterme
kabiliyetine sahip olmakla beraber olgun demokrasilerdeki özellikleri
kazanamamış seçmeni ve seçim sisteminin olanaklarını idare etmeyi iyi
başarıyor. Geniş analize gerek duyulan bu konuda en azından şunu söyleyelim;
bütün takışma şovlarına rağmen son tahlilde AKP’nin uluslararası finans
kapitalizmin amaçlarına hizmet etmekten başka bir varlık amacı olması mümkün
değil. Kamu mülkünün bunca yağmasına rağmen AKP ekonomi kurmaylarının hala
“yapısal reform”lardan bahsediyor olması bunun en açık göstergesi. Önümüzdeki
dönemin ormanların, devlet mülkiyetinde hala kalabilmiş kıyı ve emlakin halkın
elinden gasp edileceği bir dönem olması kaçınılmaz. Bu şekilde elde edilen
fonlarla finans kapitalin alan sigortası sağlanacak.
ÖNÜMÜZDEKİ TARİHİ ÖNEMDEKİ ZOR SÜREÇTE CHP NE YAPACAK?
21. yüzyıldayız. Ancak azgelişmiş ülkeler emperyalizmle
mücadelelerini hala kimlik siyasetine sarılarak yapmak zorundalar. Çünkü dış
etkilerden daha az tahribata uğramış sosyal değerler burada temsil ediliyor.
Modernleşmemiş bir toplumun sosyo kimyasal tutkalında;
demokrasi, laiklik, sanat, özgürlük alanlarının çeşitliliği gibi değerlerden çok, milliyetçilik,
din, vatan sevgisi, refah özlemi , toplumsal hafızada saklı duran ülküler, toplumsal korkularla mücadele azmi
gibi değerler daha çok yer alıyor. Seçim gibi toplum iradesinin ölçüldüğü somut
durumlarda sosyo kimyasal tutkalın özelliği hemen ortaya çıkıyor. 1 Kasım’da
ortaya çıkan da teröre ve bölünmeye olan
tepkiydi. CHP’nin seçim öncesi bu konuda en küçük bir aktivitesi görülmedi. Tarihsel
olarak 1935’teki dönemeçte yanlış asimilasyon politikası ile kürtçülüğün
Türkiye’ye yayılmasının banisi olan CHP, yine tarihsel nabzın çok kuvvetli
attığı ve bir patlamanın eşiğine gelindiği önümüzdeki aylarda ve yıllarda nasıl
bir politika izleyecek?
(“Aslında var olduğuna inanıyoruz, ama bilmiyormuş gibi yapalım” tarzında söylemle konunun ele
alınamayacağı açık. Biz de gerçekçi bir söylem takip ediyoruz.)
çok hatalı ve insan haklarına aykırı “Asimilasyon Yoluyla Kürt Varlığı’nın Eritilmesi” politikası uygulamaya sokuldu. Atatürk’ün hastalık dönemi ve ardından 1938’deki vefatı, bu büyük devlet adamının yanlışın önlenmesi doğrultusundaki müdahelesini engelledi ve enteresan şekilde Kürt entellektüelleri tarafından da desteklenen bu politika İnönü’nün perçinlemesinin ardından devam ettirildi. Burada ayrıntısına girmeden gelinen son durumu şu şekilde özetlemek mümkün: Türkleştirilmeye çalışılan Güney ve Doğu Anadolu neredeyse tarihinde hiç olmadığı kadar Kürt nüfus kesafetine sahip. Anadolu’nun diğer bölümleri ise devletin zorunlu göç aşılamalarıyla başlayan bir süreç sonunda önemli oranda Kürt kökenli nüfusla dolmuş durumda. Tarihsel olarak hiç bulunmadıkları Kıbrıs’ta dahi Kürt varlığı söz konusu. Diğer kesimlere oranla çok yüksek doğurganlık oranına sahip bu nüfusun yoğunluğunun genel olarak tüm yörelerde daha da artacağı kuşkusuz. Şimdiden gündeme getirilen ve neredeyse tüm dış güçler tarafından adeta doğal kabul edilen, Akdeniz’den Karadeniz’e uzanan bir hattın doğusunun ileride büyük Kürdistan’ı oluşturmak üzere ayrı bir siyasi yapıya dönüştürme çalışmaları ortada. Anadolu’nun batısı için ise, bir “ortak devlet” talebi var. “Türk Devleti” yerine “Halkların Ortak Devleti” gibi bir siyasi şekillenme yeni anayasa gündeminde talep edilecek. Kısacası, kürtçülerin gelecek tasavvurunda, kürtlerin birleşik Kürdistan’ı var, ama Türklerin kendilerine ait bir ülkesi yok, ancak anayasasında Türk adının geçmediği, Kürtlerle ortak devletleri olabilecek!! Çok acı bir gerçek ise, nüfus altyapısı açısından buna uygun bir durumun yaratılmış olması..
Irak’ın parçalanmasının ardından Kürdistan olarak
adlandırılan bölgedeki Kürt olmayan unsurların temizlendiği, Kerkük’ün
işgalinde ilk olarak nüfus kayıtlarının imha edildiği herkesin malumu. Nüfus
politikasız bir devlet politikasının olamayacağını Kürtler şimdiden öğrenmiş
durumda. Türkler ise imparatorluk olarak kurulmanın mirasını hala yönetememekten
muzdarip…
SONUÇ
AKP, iktidar döneminin başlarında oy ve seçim taktiklerinin
gereği olarak takındığı tutumla kürtçüleri çok cesaretlendirdi. Onlara
idealleri doğrultusunda adım atabilmeleri için uygun bir ortam sağladı. Bunun
yanı sıra, Kürt feodalleri, burjuvası ve entellektüelleri sözüm ona Birleşik
Kürdistan olarak gördükleri coğrafyanın Petrol, çeşitli madenler, su , geniş
verimli topraklar gibi zenginliklerle dolu olduğunu daha çok hissetmeye
başladı.Türkiye Cumhuriyeti genelinde bir kayba uğramadan bu bölgede
ulaşabilecekleri olanaklar onları heyecanlandırıyor. Zenginliğin zaten farkında
olan ve ortadoğu’da en yakın müttefiği yaratma fırsatını yakalayan ABD, Avrupa
ve İsrael, fırsatı değerlendirmenin peşinde olacak ve dolayısıyla militarist Kürt Örgütleri’ne
desteği esirgemeyecektir.
Önümüzdeki yıllar Türk tarihini etkileyecek ve değiştirecek
önemdedir. Halkımız bunu içten içe sezmektedir. Daha önce çeşitli nedenlerle
desteklediği AKP’yi yanlış Kürt politikası ile 7 Haziran seçimlerinde
cezalandırmış iken, ani bir dönüşle Kürt militarizmine savaş açmasını 1
Kasım’da ödüllendirmiştir.
Önümüzdeki dönemde siyasetin nabzı “Kürt sorunu” etrafında atacaktır.
İşte burada CHP doğru davranmak durumunda. Halk “Ben Dersim’li
Kemal’im’in” Türkçesinin “Ben Kürt Kemal’im” olduğunu anlıyor. Atatürk’ün
hedeflediği modern devlete sahip çıkma gayesiyle CHP’ye sağladığı desteği,
kripto kürtçülere rağmen sürdürmeyecektir. Yetersizlik illetiyle düçar MHP de umut değildir.
CHP, ya Kuvvayı Milliye’nin devamı olduğunu hatırlayarak
Türklerin varlığını, refahını, intizamını önceleyen politikalarla güçlenecek ya
da fuzuli bir duruma girerek kaybolup gidecektir. Bu politikayı esas alan CHP,
MHP' yi gereksiz kılar, AKP'yi ikiye böler, onların oylarını toplar, bir miktar
Kürt oyu kaybeder, ama seçimde yüzde elliyi aşar.Artık Kürtlerin partileri var
ve demokrasi mücadelesinde karşı taraf bu parti olmak zorundadır.
Dincilik? Hatırlayın kurtuluş savaşında başat motif oldu mu?
Hayır? Bugün de olamaz. Çünkü toplum manevi rahatlığın ancak maddi gücün
arkasından ve onun sayesinde geleceğini bilir ve bunun arkasına takılır.
Özetle , CHP güçlü olmak istiyorsa, önce Türklüğe sahip
çıkacak, bunun modernizm ve refah ile bağlarını kuracak ve karşı tarafı iyi
belleyecek..
ÖZER UĞUR
Paylaş :
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Süper ötesi.
YanıtlaSilChp nin ele geçirilmesi ülkeninde sonu demektir.Chp nin bu stratejisi çok kötü.CHP DEMEK ÜLKE DEMEKTİR.
YanıtlaSil